Psikoloji dünyasında sıra dışı çalışmalarıyla tanınan Daryl Bem, özellikle sosyal psikoloji ve parapsikoloji alanındaki katkılarıyla dikkat çekmiştir. Kendi Kendini Algılama Teorisi (self-perception theory) ile bireylerin kendi tutumlarını nasıl şekillendirdiğine dair yeni bir bakış açısı sunan Bem, aynı zamanda bilim dünyasında tartışmalara yol açan duyusal öngörü (precognition) araştırmalarıyla da bilinir. Onun çalışmaları, psikolojinin hem klasik sosyal psikoloji teorileri hem de alışılmışın dışında konularla nasıl genişleyebileceğini gösteren önemli örnekler arasında yer alır.
Daryl Bem ve Öz-Algı Kuramı (Self-Perception Theory)
Daryl Bem’in 1967 yılında ortaya attığı öz-algı kuramı (İngilizce’de self-perception theory), bireylerin kendi tutumlarını ve duygularını, dışsal gözlemler yaparak anlamlandırdıklarını öne süren bir yaklaşımdır. Geleneksel psikoloji anlayışında bireylerin önce belirli bir tutuma sahip oldukları ve bu tutumların davranışlarını yönlendirdiği düşünülürken, öz algı kuramı (diğer deyişle kendini algılama kuramı), bunun tersini iddia eder. Bem’e göre, bireyler kendi davranışlarını gözlemleyerek ve bu davranışların bağlamını değerlendirerek kendi tutumlarını oluştururlar. Bu teori, klasik içgözlem (introspection) yaklaşımına karşı önemli bir alternatif olarak görülmüştür.
Öz-algı kuramı özellikle bireyin içsel ipuçlarına erişiminin sınırlı olduğu durumlarda devreye girer. İnsanlar genellikle kendi duygularını ve düşüncelerini doğrudan tanımlamak yerine, nasıl davrandıklarını göz önünde bulundurur ve buradan anlam çıkarırlar. Örneğin, bir kişi belirli bir etkinliği sıkça yapıyorsa, bu etkinliği sevdiği sonucuna varabilir. Benzer şekilde, bir birey belirli bir konu hakkında sık sık olumlu konuşuyorsa, bu konuda olumlu bir tutuma sahip olduğu kanaatine varabilir. Bu süreç, başkalarının davranışlarını anlamlandırmada kullandığımız dışsal gözlem süreciyle benzerlik gösterir, ancak buradaki fark bireyin kendi tutumlarını anlamaya çalışmasıdır.
Bu teori, özellikle bilişsel çelişki (cognitive dissonance) teorisine bir alternatif olarak geliştirilmiştir. Bilişsel çelişki kuramına göre insanlar tutum ve davranışları arasında uyumsuzluk yaşadıklarında içsel bir rahatsızlık hissederler ve bu uyumsuzluğu gidermek için ya tutumlarını değiştirirler ya da davranışlarını yeniden yorumlarlar. Ancak öz-algı kuramına göre, bireyler çoğu zaman bu tür bir içsel çelişki yaşamazlar; bunun yerine, doğrudan kendi davranışlarını gözlemleyerek tutumlarını belirlerler. Bu bakış açısı, özellikle düşük seviyede içsel motivasyon içeren durumları açıklamada etkili bir model sunar.
Öz-algı kuramı, motivasyon, tutum değişimi ve terapi süreçleri gibi birçok alanda önemli etkiler yaratmıştır. Örneğin, insanların gönüllü olarak belirli bir davranışı sergilemelerinin, o davranışa dair içsel bir motivasyon geliştirmelerine yol açabileceği fikri, eğitim ve iş dünyasında motivasyon artırma tekniklerinde kullanılmaktadır. Ayrıca, bazı psikoterapi yaklaşımlarında, bireylerin yeni davranış kalıplarını benimsemelerinin onların içsel tutumlarını değiştirebileceği öne sürülmüştür. Bu teori, bireylerin kendilerini nasıl algıladıklarını anlamak için güçlü bir çerçeve sunarak, sosyal psikolojide önemli bir yere sahip olmuştur.
Daryl Bem Precognition Makalesi
Daryl Bem, 2011 yılında yayımladığı “Feeling the Future: Experimental Evidence for Anomalous Retroactive Influences on Cognition and Affect” adlı makalesiyle bilim dünyasında büyük bir tartışma yarattı. Bu çalışmasında, insanların gelecekteki olayları henüz gerçekleşmeden bilinçdışı düzeyde hissedebileceğini öne sürdü. Precognition (önsezi) olarak adlandırılan bu fenomenin varlığını test etmek için klasik psikolojik deneyleri tersine çevirdi ve katılımcıların henüz karşılaşmadıkları uyarıcılara nasıl tepki verdiklerini inceledi. Bem, dokuz farklı deneyden elde ettiği verilerin istatistiksel olarak anlamlı sonuçlar ortaya koyduğunu iddia etti ve psişik fenomenlerin bilimsel yöntemlerle test edilebileceğini savundu.
Bu makale, psikoloji ve bilim camiasında büyük yankılar uyandırdı ve sert eleştiriler aldı. Birçok bilim insanı, Bem’in kullandığı istatistiksel yöntemlerin yanıltıcı olabileceğini ve çalışma sonuçlarının tekrarlanamadığını öne sürdü. Özellikle, bilimsel araştırmalarda yaygın olan p-hacking (veriler üzerinde fazla oynama yaparak anlamlı sonuçlar elde etme) ve yayın yanlılığı (publication bias) gibi sorunlara dikkat çekildi. Bem’in bulgularını tekrar etmeye çalışan araştırmacılar genellikle başarısız oldu ve bu da çalışmanın güvenilirliğini sorgulayan eleştirileri güçlendirdi.
Buna rağmen, Bem’in makalesi bilimsel yöntemlerin ve psikoloji araştırmalarının sınırlarını tartışmaya açan önemli bir çalışma olarak değerlendirildi. Makale, bilim insanlarını deneysel yöntemleri, istatistiksel analizleri ve replikasyon krizini daha dikkatli incelemeye yöneltti. Precognition üzerine yapılan bu araştırma, akademik dünyada hem parapsikolojiye olan ilgiyi artırdı hem de psikolojideki metodolojik sorunlara dair önemli tartışmalar başlatarak psikoloji bilimine katkı sağladı.
Bir yanıt yazın