Sigmund Freud’un Albert Einstein ile yazışmaları sonucunda ortaya çıkan “Warum Krieg?” yani İngilizce adıyla “Why War?” adlı eseri, ilk olarak 1933 yılında yayımlanmıştır. Freud’un en önemli politik ve felsefi metinlerinden biri olan bu eser, insanlık tarihinin en acımasız olgularından biri olan savaşın nedenlerini psikoloji perspektifinden anlamaya yönelik çarpıcı bir girişimdir. Bu yazıda Freud’un “Niçin Savaş” adlı eserini detaylı bir şekilde özetleyecek, temel kavramlarını açıklayacak ve eserin günümüz için ne ifade ettiğini tartışacağız.

Tarihsel ve Düşünsel Bağlam
“Niçin Savaş”, Freud’un hayatının son döneminde, 20. yüzyılın en çalkantılı yıllarında kaleme alınmıştır. 1. Dünya Savaşı’nın yıkıcı etkileri hâlâ tazeyken, Avrupa’da faşizmin yükselişi ve 2. Dünya Savaşı’nın ayak sesleri duyulmaktadır. Albert Einstein, barışsever kimliğiyle Freud’a bir mektup yazarak şu soruyu yöneltir: “İnsanları savaştan uzaklaştırmak için bir yol var mıdır?” Freud’un yanıtı ise insan doğasının karanlık yanlarını, saldırganlık dürtüsünü ve uygarlık sürecinin getirdiği içsel çatışmaları ele alır.
Freud’un Saldırganlık Teorisi
Freud, insan doğasının temelinde iki güçlü dürtü bulunduğunu ileri sürer: Eros (yaşam içgüdüsü) ve Thanatos (ölüm içgüdüsü). Bu iki içgüdü sürekli çatışma hâlindedir. Yaşam içgüdüsü, insanları yaratmaya, üretmeye, sevmeye ve toplum kurmaya yönlendirirken; ölüm içgüdüsü, yıkıma, saldırganlığa ve şiddete sürükler. Freud’a göre savaş, ölüm içgüdüsünün kitlesel düzeyde dışavurumudur.
Burada önemli bir nokta şudur: Saldırganlık bireysel düzeyde bastırılsa bile, toplumsal ve siyasal mekanizmalar tarafından açığa çıkarılabilir. Dolayısıyla savaş, sadece bireylerin değil, toplumların kolektif bilinçdışının da bir ürünü olarak değerlendirilir.
Uygarlık ve Şiddet Arasındaki Çelişki
Freud’a göre uygarlık, insanın saldırganlık dürtüsünü bastırarak ortak yaşamı mümkün kılar. Ancak bu bastırma süreci, aynı zamanda bireylerde derin bir huzursuzluk yaratır. Bastırılan saldırganlık, bireyler arası çatışmalardan devletler arası savaşlara kadar farklı biçimlerde dışa vurulabilir. “Niçin Savaş”ta Freud, uygarlığın ironik bir şekilde hem barışı sağlama hem de savaşları meşrulaştırma işlevine sahip olduğunu belirtir.
Örneğin, hukuk sistemleri bireylerin saldırganlığını kontrol altına alır; fakat aynı sistemler devletlerin şiddet kullanmasını meşru kılabilir. Böylece, bireysel şiddet kınanırken, toplumsal şiddet organize edilip yüceltilir.
Einstein ve Freud’un Diyaloğu
Eserin en dikkat çekici yanı, Freud’un yanıtının Einstein’ın sorusuyla sürekli bir diyalog hâlinde ilerlemesidir. Einstein, savaşın önlenebilmesi için uluslararası bir otoritenin kurulmasını önerir. Freud ise bunun önemli bir adım olabileceğini kabul eder, ancak saldırganlık dürtüsünün kökten ortadan kaldırılamayacağını vurgular. Ona göre barış, sadece geçici bir “ateşkes” olabilir; çünkü insan doğası daima şiddete eğilimlidir.
Bu görüş, Freud’un karamsar bir tablo çizdiğini düşündürse de, aynı zamanda gerçekçi bir uyarı niteliği taşır: İnsanlığın kalıcı barışı sağlaması, yalnızca siyasi düzenlemelerle değil, insan doğasının daha derinlemesine anlaşılmasıyla mümkündür.
Savaşın Psikolojik Kökleri
Freud, savaşın nedenlerini sadece politik ve ekonomik faktörlerle açıklamaz. Ona göre, savaşın psikolojik kökleri çok daha belirleyicidir:
-
Bilinçdışı Dürtüler: İnsanlar farkında olmadan yıkıcı dürtülerini doyurmaya yönelirler.
-
Grup Psikolojisi: Bireyler, kitleler içinde benlik kontrolünü kaybeder ve şiddete daha kolay başvururlar.
-
Düşman İmgesi: İnsanlar, kendi saldırganlıklarını meşrulaştırmak için dışsal bir düşman yaratır.
-
İdeolojiler ve Propaganda: Devletler, savaşı haklı göstermek için ideolojik araçlarla bireylerin saldırganlık dürtüsünü harekete geçirir.
Bu bakış açısı, modern sosyal psikolojide “dehumanizasyon”, “grup kutuplaşması” ve “ötekileştirme” gibi kavramların Freud’un erken birer habercisi olduğunu gösterir.
Freud’un Çözüm Arayışı
Freud, savaşın tamamen ortadan kaldırılabileceğine inanmamakla birlikte, bazı yolların barışa katkı sağlayabileceğini söyler:
-
Eğitim: İnsanların saldırganlıklarını fark etmeleri ve kontrol altına alabilmeleri için eğitilmeleri gerekir.
-
Kültürel Gelişim: Sanat, bilim ve kültür, saldırganlık dürtülerini yüceltmeden dönüştürmenin yollarını sunar.
-
Uluslararası Hukuk: Hukukun üstünlüğü, devletlerin keyfi şiddet kullanımını sınırlayabilir.
-
Bağ Kurma: İnsanların ortak bir kimlik ve aidiyet geliştirmeleri, “biz” ve “onlar” ayrımını zayıflatabilir.
Günümüz İçin Anlamı
“Niçin Savaş”, yazıldığı dönemin koşullarını aşan evrensel bir soruya cevap arar. 21. yüzyılda da savaşlar, terör, etnik çatışmalar ve nükleer tehditler insanlığın karşısında durmaktadır. Freud’un saldırganlık teorisi, modern çatışma çözümü çalışmalarına ışık tutar. Örneğin, uluslararası ilişkilerde “güvenlik ikilemi” (security dilemma) kavramı, Freud’un şiddetin karşılıklı tetiklenme mekanizmalarını hatırlatır.
Ayrıca günümüzde medya, sosyal ağlar ve dijital propaganda araçları, Freud’un işaret ettiği “düşman yaratma” ve “grup psikolojisi” süreçlerini daha da güçlendirmiştir. Bu nedenle “Niçin Savaş”, yalnızca tarihsel bir belge değil, güncelliğini koruyan bir uyarı metnidir.
Eserin Felsefi Önemi
Freud’un bu metni, sadece psikoloji değil, aynı zamanda felsefe, sosyoloji ve siyaset bilimi açısından da değer taşır. İnsan doğasına dair karamsar ancak gerçekçi yaklaşımı, Hobbes’un “insan insanın kurdudur” görüşünü hatırlatır. Öte yandan Freud, tamamen umutsuz değildir; Eros’un yani yaşam içgüdüsünün, insanları ortak amaçlar etrafında birleştirebileceğini de belirtir.
Sonuç
Sigmund Freud’un “Warum Krieg?” (“Why War?”) adlı 1933 tarihli eseri, insanlık tarihinin en büyük sorularından birine psikolojik bir perspektifle yaklaşır: Neden savaşırız? Freud’un cevabı, insan doğasının karanlık yanlarıyla yüzleşmeyi, saldırganlık dürtüsünü anlamayı ve uygarlığın çelişkilerini fark etmeyi gerektirir. Eser, savaşın tamamen ortadan kaldırılamayacağına işaret etse de, barışa giden yolların da insanlık tarafından inşa edilebileceğini hatırlatır.
“Niçin Savaş”, yalnızca Freud’un değil, modern insanlığın da en temel sorusuna ışık tutan bir başyapıttır. Günümüzde hâlâ savaşların hüküm sürdüğü dünyada, bu eser bizlere hem uyarıcı hem de düşündürücü bir ayna tutmaktadır.
Bir yanıt bırakın